Çok teşekkürler!
Ben Hannah Fry, belalınız
ve bugün şu soruyu soruyorum:
Hayat gerçekten de bu kadar karmaşık mı?
Şimdi, size cevap vermek için sadece 9 dakikam var.
Bu yüzden, şöyle yaptım, konuyu düzgünce iki kısma ayırdım:
İlk kısım - Evet,
ve sonra ikinci kısım - Hayır, ya da, daha net olmak gerekirse:
Hayır? Şimdi, ilk olarak size karmaşık derken ne kastettiğimi anlatayım.
Size bir sürü resmi tanım sunabilirim,
ama, en basit haliyle, herhangi bir problem ve karmaşıklık,
Einstein ve arkadaşlarının çözemediği şeydir.
Şöyle bir hayal etmeye çalışalım, eğer işaretçi çalışırsa, haydi bakalım.
Einstein bilardo oynuyor.
Adam zeki ve size öyle bir denklem yazabilir ki, ıstakayla beyaz topu vurduğunda
kırmızı topun yanal alanlarda nerelere değeceğini,
ne hızla gideceğini ve nerede sonlanacağını
kesin olarak söyebilir.
Eğer bu bilardo toplarını güneş sistemi ölçeğinde düşünecek olursak,
Einstein size yine yardımcı olabilir, tabii ki fizik değişiyor,
ama eğer Dünya'nın Güneş çevresinde izlediği yolu öğrenmek isteseydiniz,
Einstein size her iki objenin de herhangi bir anda
tam olarak nerede olduğunu anlatan bir denklem yazabilirdi.
Güçlük düzeyi ilginç bir şekilde artarak,
Einstein hesaplamalarına Ay'ı da dahil edebilirdi,
ama, gezegen sayısı arttıkça, örneğin Mars ve Jüpiter de eklenince,
problem Einstein'ın kalem kağıtla çözemeyeceği kadar zor bir hale dönüşüyor.
Fakat garip bir şekilde, eğer bir avuç dolusu gezegen yerine
milyonlarca hatta milyarlarca objeniz olursa,
problem kendiliğinden çok daha basitleşiyor
ve Einstein yeniden oyuna giriyor.
Ne demek istediğimi,
objeleri molekül seviyesine indirerek açıklayayım.
Eğer bir hava molekülünün ani değişimlere uğrayan yolunun izini sürmek isteseydiniz,
hiçbir umudunuz olamazdı,
ama milyonlarca hava molekülü bir aradaysa,
ölçülebilir, öngörülebilir ve uslu bir şekilde
hareket etmeye başlarlar ve Tanrı'ya şükürler olsun ki, hava usludur,
çünkü öyle olmasaydı uçaklar gökyüzünden düşüverirlerdi.
Şimdi, daha büyük bir ölçekte, dünyanın tamamında da,
fikir, hava moleküllerindekiyle birebir aynı.
Bir tek yağmur damlacığını alıp
nereden geldiğini, nereye gideceğini söyleyemeyeceğimiz doğru,
ama yarın havanın bulutlu olup olmayacağını oldukça iyi bir kesinlikle söyleyebiliriz.
İşte bu. Einstein'ın zamanında, bilimin geldiği nokta bu.
Basit etkileşimler içinde olan birkaç objeyle, gerçekten küçük problemleri halledebiliriz
veya basit etkileşimleri olan milyonlarca objeyle
devasa problemleri halledebiliriz.
Peki ama arada kalanlara ne olacak?
Ee, Einstein'ın ölümünden sadece yedi sene önce
Warren Weaver adında Amerikalı bir biliminsanı
tam da bu noktaya değindi. Bilimsel metodolojinin
bir uçtan diğer uca gittiğini ve ortada hiç dokunulmamış
kocaman bir ara alan bıraktığını söyledi.
Şimdi, bu ara alan, karmaşık bilimin bulunduğu alan
ve karmaşık derken kastım da bu.
Maalesef, insan davranışıyla ilgili aklınıza gelebilecek
hemen her problemin, bu ara alanla ilgisi var.
Einstein'ın bir kalabalığın hareketini nasıl modelleyebileceğine dair hiçbir fikri yoktu,
kalabalığı birey olarak alan pek çok insan oldu
fakat gaz olarak alan pek azdı.
Benzer şekilde, insanlar, birbirinin üzerine yürümek istememe kararı türünden
rahatsız edici şeylere eğilimliler;
bu da problemi daha da karmaşık yapıyor.
Einstein size bir sonraki borsa çöküşünün ne zaman yaşanacağını da söyleyemezdi.
Einstein işsizliği nasıl azaltacağınızı söyleyemezdi.
Einstein size bir sonraki iPhone'un
bir başarı mı yoksa fiyasko mu olacağını da söyleyemezdi.
Birinci kısmı bitirecek olursak, tamamen sıkışmış durumdayız,
bununla baş edecek araçlara sahip değiliz ve hayat çok fazla karmaşık.
Ama, belki umut olabilir, çünkü son birkaç yılda
toplumsal sistemlerimizi modellemek için matematiği kullanarak
yeni bir bilim alanının işaretlerini görmeye başladık.
Ve burada sadece istatistik ve bilgisayar simülasyonlarından bahsetmiyorum.
Tıpkı bilardo toplarında ya da hava tahminlerinde olduğu gibi,
toplumlarımız için, neler olduğunu anlamamıza yarayacak
denklemler yazmaktan bahsediyorum.
Ve bu ortaya çıktı, çünkü insanlar,
bizim insan sistemlerimizle
etrafımızdaki fiziki dünya arasındaki analojilerden
faydalanabileceğimizi fark ettiler.
Şimdi size, Avrupa'da göç gibi inanılmaz karmaşık
bir örnek vereyim.
Aslında, bütün insanlara bir arada baktığınızda,
adeta yer çekimi yasalarına uyarcasına
hareket ettikleri ortaya çıkıyor.
Ama, birbirinin çekimine kapılan gezegenler yerine,
daha iyi iş olanakları, daha yüksek maaşlar, daha iyi bir yaşam standardı ve daha az işsizlik
olan yerlerin çekimine kapılan insanlar söz konusu.
Ve aynen insanların yaşadıkları yerin yakınlarındaki olanakları
tercih etme olasılıklarının daha yüksek olması gibi,
örneğin Londra'dan Melbourne'e değil de, Londra'dan Kent'e,
çok uzakta olan gezegenlerin çekim etkisi de
çok daha az hissediliyor.
Başka bir örnek verecek olursam, 2008'de UCLA'da bir grup,
soygunculuk açısından şehirdeki "sıcak bölgeleri" araştırıyordu.
Soygunculukla ilgili bir şey, aynı kurbanı seçmeye olan yatkınlıkları.
Yani, eğer bir grup soyguncu bir yeri başarılı şekilde soyabilirlerse,
yapacakları şey, aynı yere geri dönüp orayı yeniden soymak olacaktır;
böylece evlerin yerleşim düzenini, kaçış yollarını,
aktif halde bulunan yerel güvenlikçileri öğrenecekler.
Ve bu böyle devam edecek,
ta ki, oranın sakinleri ve polis güvenlik önlemlerini arttırana kadar
ve o noktada da soyguncular başka bir yere gidecekler.
İşte soyguncularla güvenlikçiler arasındaki bu denge,
şehirdeki dinamik "sıcak bölgeleri" oluşturuyor.
Öyle görünüyor ki, bir leoparın benekleri de
birebir aynı süreçle oluşuyor;
tek farkı, leopar örneğinde, soyguncular ve güvenlikçiler değil,
kimyasal süreçler
bu örüntüleri ve morfogenez denen şeyi yaratıyor.
Aslına bakarsanız, leopar benekleri ve morfogenez hakkında inanılmaz derecede çok bilgimiz var.
Belki de bunu olası soygunları fark etmek için uyarı işareti olarak kullanmayı deneyebiliriz
ve belki de, daha iyi stratejilerle suçları önlemek için kullanabiliriz.
Burada, UCL'de, Batı Midlands polisiyle birlikte
tam da bu konu üzerine çalışan bir grup var.
Size bununla ilgili pek çok örnek verebilirim,
ama son olarak Londra'daki isyanlarla ilgili yaptığım
kendi çalışmamdan bahsederek bitirmek istiyorum.
Sanırım geçen yaz Londra ve Birleşik Krallık'ın son yirmi yıldır gördüğü
en uzun süreli şiddet, yağma ve kundakçılık
olaylarından bahsetmeme gerek yoktur.
Toplum olarak, bu isyanlara tam olarak neyin sebep olduğunu
anlamaya çalışmak istememiz anlaşılabilir bir şey;
ama bundan öte, polisimizi bundan sonra daha hızlı sonuca ulaştıracak,
daha iyi yöntemlerle donatmak da isteriz.
Şimdi, burada sosyologları üzmek istemem,
ben kesinlikle bir isyancının bireysel motivasyonları
üzerine konuşamam,
ama isyancılara bir bütün olarak baktığınızda,
olayı matematiksel olarak üç aşamaya ayırabiliyorsunuz
ve buradan yola çıkarak da analojiler kurabilirsiniz.
Öyleyse, birinci aşama. Diyelim ki, hiçbiri isyana katılmamış
bir grup arkadaşsınız.
Ama birisi, baskına uğramış bir Foot Locker'ın önünden geçiyor
ve içeri girip kendine yeni bir çift spor ayakkabısı alıyor.
Ve arkadaşlarından birine mesaj atıp diyor ki:
"Haydi, isyana katıl." Böylece arkadaşı ona katılıyor,
sonra ikisi birlikte diğer arkadaşlarına mesaj atıyorlar,
onlar da katılıyor ve daha da fazla mesaj atıyorlar
ve bu şekilde devam ediyor.
Bu süreç, bir virüsün bir popülasyondaki dağılımıyla birebir aynı.
Birkaç yıl önceki kuş gribini düşünecek olursanız,
virüsün bulaştığı insan sayısı arttıkça, bulaşma ve yayılma hızı da arttı
ve henüz yetkililer olayla başa çıkamadan,
virüs daha büyük bir hızla yayıldı.
Ve buradaki de tamamen aynı süreç.
Peki, öyleyse farz edelim elimizde bir isyancımız var,
isyan etmeye karar verdi,
bir sonraki adımı isyan yerini belirlemek olacak.
İsyancılarla ilgili bilmeniz gereken bir şey,
yaşadıkları bölgeden çok uzaklara gitmeye hazırlıklı olmadıklarıdır;
tabii eğer çok ağız sulandırıcı bir isyan yeri değilse.
(Gülüşler)
Buradaki grafikte de görebilirsiniz ki,
çoğu isyancı, yaşadığı yerin bir kilometre uzağına
bile gitmemiş.
Şimdi, bu örüntü, tüketicilerin perakende satış modellerinde,
alışveriş için gitmeyi tercih ettiğimiz yerlerde de görülüyor.
Yani tabii ki de, insanlar yerel dükkanlara gitmeyi seviyorlar,
ama eğer gerçekten iyi bir perakende alanıysa,
biraz daha uzağa gitmeyi göze alabilirsiniz.
Ve aslında bu analoji halihazırda var olan,
bu tip olayları "Şiddetle alışveriş" olarak adlandıran
ve muhtemelen bizim araştırmamız açısından da özet niteliği taşıyan
bazı magazin yazılarından alındı.
Mm, ah, geri gidiyorum.
Tamam, aşama üç. Son olarak, isyancı alana geldi
ve şimdi polisten kaçmaya çalışıyor.
İsyancı, polisten her zaman kaçınıyor
ama sayılarda güvenlik var ve tersine
sınırlı kaynaklarıyla polis,
şehrin mümkün oldukça büyük bir bölümünü korumaya ve
isyancıları mümkün olan herhangi bir yerde yakalayıp caydırıcı etki yaratmaya çalışıyor.
Aslında öyle görünüyor ki, iki tür arasındaki bu mekanizma,
isyancı ve polis türlerinden bahsediyoruz,
doğadaki avcı-av ilişkisiyle aynı.
Eğer tavşanlar ve tilkileri düşünecek olursanız,
tavşanlar tilkilerden her türlü bedele rağmen kaçınmaya çalışırken
tilkiler ortalıkta devriye gezerek
tavşan ararlar.
Aslında, avcı ve av dinamikleri hakkında oldukça çok şey biliyoruz,
tüketicilerin harcama akımlarıyla ilgili de,
virüslerin bir popülasyonda nasıl yayıldığıyla ilgili de
çok şey biliyoruz,
Şimdi, eğer bu üç analojiyi alıp bunlardan faydalanırsanız
isyan olaylarında gerçekte ne olduğunu açıklayan
ve genel örüntüyü kopya edebilen
bir matematiksel model
elde edersiniz.
Bunu bir kez elde ettikten sonra, bunu,
şehrin hangi kısımlarının isyana daha yatkın olduğu
ve eğer ileride yeniden böyle bir olay olursa,
ne tür polis taktiklerinin kullanılabileceğine ilişkin konuşmalar yapmak için
adeta bir deney tüpü gibi kullanabiliriz.
Yirmi yıl önce dahi bu tür modellemeler
adı hiç anılmayan şeylerdi, ama bence,
bu analojiler, toplumumuzla ilgili problemleri ele almak
ve belki de, toplumu bir bütün olarak iyileştirmek için
inanılmaz önemli araçlar.
Evet, sonlandıracak olursam: hayat karmaşık, ama belki
onu anlamak o kadar çetrefilli olmayabilir.
Teşekkür ederim!
(Alkışlar)